"Bu çok büyük bir acı, yalnız başına katlanmak zor. " | "This is far too great a sorrow to bear alone. " |
"Katlanılmaz acıya katlanmak." | "To bear... "with unbearable sorrow." |
"Kim buna katlanmak ister, yorgun bir hayatın yükü altında? | "Who would fardels bear, To grunt and sweat under a weary life, "But that the dread of something after death, |
"Üzüntüleri paylaşacak arkadaşlara sahip olunduğu sürece acıya katlanmak kolaylaşır." Shakespeare | As long as people have friends to share their sadness... it becomes easier to bear." Shakespeare |
# Dayanılmaz acılara katlanmak# | ♪ to bear with unbearable sorrow ♪ |
Ara sıra seninle olduğum sürece her şeye katlanırım. | I can bear anything as long as I'm with you sometimes. |
Her zorluğa katlanırım seninle olmak için | I can bear any hardships to be with you |
Herşeye katlanırım ama vapmirlere değil. | I could bear anything, but not vampires. |
Elinor, onların kaba ve acımasız sataşmalarına nasıl katlanırsın? | Elinor, how would you bear their relentless vulgar teasing? |
Eğer yalan söylüyorsan sonuçlarına katlanırsın. | If you lie you will have to bear the consequences. |
Polisleri ararsan sonuçlarına katlanırsın. | You call the cops... You bear the consequences! |
"Benim yıldızla süslü kopuzum, melankolinin kara güneşine katlanır." | "My star-spangled lute bears the black sun of melancholy." |
"Tüm acılara katlanır, her şeye inanır... "Ve her şeyi umut eder... "Her şeye dayanır. | It bears all things, believes all things, hopes all things, endures all things. |
Buna sadece katlanır ve yapar çünkü bir erkektir. | He simply bears up, and he does it... because he's a man. |
Sevgi her şeye katlanır, her şeye inanır. | It bears all things. It believes all things. |
Buna biraz daha katlanacağım. | I will bear with it a little more. |