Acılarıyla başa çıkmak için bu yolu tercih etmiş olmaları çok üzücü. | It's just unfortunate that they choose to cope with their grief in this way. |
Ama anlamı, anlaşmazlıklarla başa çıkmak... -...çözümler üretebilmek ya da... | It means you can cope with conflicts and find solutions... |
Ama bu bitkiler için bunlar yaklaşan soğukla başa çıkmak üzere uygulanacak acil ve etkili taktiklerin başlangıcıdır. | But for these plants, it's the beginning of a series of urgent and drastic survival strategies to cope with the coming cold. |
Ama yıllar geçtikçe, başa çıkmak için bazı ufak yollar buluyorsun. | But over the years, you find little ways to cope. |
Annem de arkadaşlarıyla menopozla başa çıkmak için yapardı. | I remember my mom used to do that with her friends to try and cope with menopause. |
Ben başa çıkarım, teşekkürler. | Oh, I can cope with that, thank you. |
Ben böyle başa çıkarım. | It's just how I cope. |
Bir şekilde başa çıkarım. | i'll cope somehow. |
Genelde daha iyi başa çıkarım. | I usually cope better. |
Bu şekilde başa çıkarsın, sen busun. | It's how you cope, it's who you are. |
Ablası başa çıkar. | The daughter copes. |
Beyin şokla farklı yollarla başa çıkar. | The brain copes with trauma in different ways. |