- Özür dilerim. - Bizim işlerimiz dolayısıyla endişelenmene gerek yok, Bizim işimiz şimdi, seni ödüllendirmek. | - You need not to worry, we will reward you. |
Ahlak masası ile çalışırken Poker kulüpleri polisleri ayıklamak ve bağlılıklarını ödüllendirmek için sürekli müşterilerine kişisel çipler verirdi. | When I worked Vice, poker clubs would give out personalized chips to repeat customers to reward loyalty and weed out cops. |
Ancak iyiyi ödüllendirmek en iyisidir, bilirsin. | It's always best to reward performance, you know? |
Aslında Anthony, craps masasında senin çok şanslı olduğunu fark ettik ve ödüllendirmek istedik Montecito'daki bu yemek kuponlarıyla. | Well, Anthony, we notice you've been having a lot of luck... at the craps table, and we wanted to reward you... with these dining coupons good for any restaurant at the Montecito. |
Bana aslında burada fazla ihtiyaçları yok. Beni daha ziyade ödüllendirmek için getirdiler. | They only half need me on this trip, they more brought me here as a reward. |
- Seni ödüllendiririm. | - I will give you a reward! |
Bana Harry Potter'ı verirseniz hepinizi ödüllendiririm. | Give me Harry Potter and you will be rewarded. |
Ben cesaret yüzünden insanları cezalandırmam, ödüllendiririm. | I don't punish men for bravery. I reward them. |
Bunu yaparsan, Kanto'dan yana olduğunu görmezden gelir ve seni bir mükafatla ödüllendiririm. | If you do, we'll overlook the fact that you sided with Kanto and arrange for you to be rewarded. |
Doğam gereği özensiz yapılan savunmaları ödüllendiririm. | it's my nature to reward pushiness With inattention, Mrs. Heaps. |
Ama sonra kendini ödüllendirirsin. | But then you gotta reward yourself. |
Çok aptalca bir şey yaparım ve sen beni ödüllendirirsin. | So I do something really stupid and you reward me. |
"El" sadakati ödüllendirir. | The Hand rewards loyalty. |
Allah çabalayan ve savaşanları ödüllendirir. Masanın ardında oturanları değil. | Allah rewards those that strive and fight, over those that sit behind a desk |
Ama ortam, hayatta kalma şansını artıranları ödüllendirir. | But the environment rewards those that increase the chance for survival. |
Açıklarsak, onları ödüllendirir, onları kışkırtırız. | We release, it rewards them, incites them. |
Bugün çok güzel bir iş başardın, Pilot, tanrıça bunu mutlaka ödüllendirir. | You did a good thing today, Pilot, for which the goddess always rewards. |
Ben mi onu ödüllendirdim? | - I rewarded him? |
Mideme kelepçe taktırdım ve aylarca aç kaldım. Sonra kendimi bir estetik burun ameliyatıyla ve sahte göğüslerle ödüllendirdim. Ve başka birkaç şey daha. | I had my stomach stapled and starved myself for months, and then rewarded myself with a nose job, fake breasts and a couple other things. |
Oğluma yaptığım tatlı bilgi servisinden bir gün sonra Bow kendi yenilgisini düşünürken kendimi tarçınlı çubukla ödüllendirdim. | So, after a day of dishing out sweet knowledge to my boy, I rewarded myself with a cinnamon stick while letting bow chew on her defeat. |
Sana herkesten daha çok güvendim, inandım ve bunu hep ödüllendirdim. | I believed you had done more for me than anyone, and I rewarded you accordingly. |
Tabiki onu ödüllendirdim, bilirsiniz... bir daha asla o dükkana gitmeyerek. | I rewarded him, of course, you know, by never going back to his store. |
Bu fedakârlığın için seni ödüllendireceğim. | I will reward que sacrifice. |
Buna karşılık olarak... seni, bu dünyadaki tüm vaktimle ödüllendireceğim. | I will reward you... with all my time on this Earth. |
Dürüstlüğünü sana kolay bir şey vererek ödüllendireceğim. | I will reward that honesty by giving you something easy. |
Sizi buna göre ödüllendireceğim ! | I will reward you accordingly |
Sizi ödüllendireceğim. | But I will reward you: |