Moskova'da, metroya bomba saldırısı plânlamak, çok da fotoğraf sevgisilye bağdaşan bir iş değil. | Oh, planning subway bombings in Moscow probably isn't a photo- friendly occupation. |
Okul katliamı plânlamak dışında hiçbir şey yapmadım. | Nothing -- except plan a school massacre. |
Sen bu okulda ne yapmayı plânlıyorsun? - Bir şey plânlamak mı? | You... what are you planning to do in this school? |
- Amalie ile plânlarım var. | I've got plans with Amalie. |
- Bak, akşam için plânlarım var. | - Look, I have plans tonight, |
- Bu yaz senin için plânlarım vardı. | - I had plans for you this summer. |
- Gece için plânlarım vardı... | - I have plans to go out. |
- Kendime göre plânlarım var. | Got my own plans. |
- Zamanlama için teknik plânlar lazım... | I need the technical plans to do the schedule... |
-Bu plânlar neleri içeriyor? | And what do these bigger plans entail? |
Aslında plânlar değişti. | Actually, change of plans. |
Bana ateş eden birilerini içermeyen plânlar yapmaktan hiç sıkılmayacağım galiba. | I'm never gonna get tired of making plans that don't involve people shooting at me. |
Beş saldırı birliğindeki askerler için D-Day'in o ilk saatleri, ölüm, korku ve cesaret bozulan plânlar, doğaçlama hareketler demekti. | (narrator) For the men of the five assault divisions, those first hours of D-day were hours of death, fear, courage, of plans gone wrong, of rapid improvisation. |
Ben plânladım onu. | I planned it. |
Soygunu ben plânladım. | I planned the robbery. |
Tamamen tuhaf bir Noel plânladım zaten. | I've got an extremely kooky Christmas planned. |
Yemek zamanında imajımı tamamen farklı boyutlara taşıyacak bir şey plânladım. | I've got something planned for lunch today that will completely redefine my image. |