Ama milyonları aç bırakmak, bu daha mı az kötüydü? | But letting millions starve, is that taking a less hideous risk? |
Amaçları bizi aç bırakmak savaşmaya başlamadan önce | They intend to starve us out before they start a proper fight |
Birini aç bırakmak suç ama. | It's a crime to starve someone. |
Bu çok büyük bir risk, arkadaşını virüsü aç bırakmak için ölüme kadar götürmek ve sonrasında da kurtarmak. | It's a great risk, bringing your friend close enough to death to starve out the virus yet pulling him back to life afterwards. |
Casuslarımın söylediklerine göre eğer asileri aç bırakmak istiyorsak Wuchang'deki çiftlik köyünü yok etmemiz gerekiyor. | My spies tell me that in order to starve the rebels out... we must cut them off from the farming village of Wuchang. |
Ruhum, Joe Peretti'yle ilgili tüm günah dolu düşüncelerden arınıncaya kadar kendimi aç bırakacağım. | I will starve myself until I purge every sinful thought about Joe from my soul. |
- Kendimi aç bıraktım. 6 kilo verdim... | - I starved myself. I lost six pounds... - Yeah... |
Daha önce kendimi aç bıraktım, yine bırakırım. | I've starved before, I'll starve again. |
Emrettiğiniz gibi onları aç bıraktım komutanım. | I starved them, like you ordered, sir. |
Onu, kalemi alıp yeni vasiyeti imzalamaktan başka çaresi kalmayana kadar aç bıraktım. | I starved him until he had no choice but to pick up the damn pen and sign the new will. |
Sanırım kafese koydum, aç bıraktım ve parçaladım iyice küçülttüm. | I guess I caged it and starved it and... and whittled it down to... a half pack a day. |