- İnsanlar gibi yaşayabilmek için. | So we can live human lives |
Ama hayatı gerçekten yaşayabilmek için o sırları açığa çıkarmamız gerekir. | (knock on door) But maybe we have to let those secrets out in order to actually really live. |
Aralarında yaşayabilmek için, Fayu şefinden izin aldı. | He received permission, by Fayu chief, to live among them. |
Arkadaşını kurtarıp ömür boyu o canavar olmadan yaşayabilmek için ödemen gereken sadece küçük bir bedel. | A small price to pay to cure your friend and live a life free of a monster. |
Artık, bir kez olsun gerçek bir hayat yaşayabilmek için ilerleyebilir ve bunu daha iyi yapacak olan insanlara bir yol gösterebiliriz. | Now we can move forward... to live once for real... and then give way to people who might do it better. |
"Adım olmadan nasıl yaşayabilirim?" | ( door buzzes ) "how may I live without my name? |
"Bununla yaşayabilirim." dedim. | I said, "I can live with that." |
"Güzel bir dairesi ve gür saçları vardı." Biraz tavşan dişliydi ama bunlarla yaşayabilirim! | "He had a nice flat, all his own hair, so frankly, a couple of tusks, I can live with!" |
"Om" ve "Prakash" ile yaşayabilirim, ama "Makhija" adım olarak kaldığı, sürece asla bir yıldız olamam. | I can live with "Om" and "Prakash", but with "Makhija" as my name, I can never become a hero. |
"Sanatımla sonsuza dek yaşayabilirim, hayatımla değil." | "I could always live in my art, but never in my life. " |
- ...ailenin eski evinde yaşayabilirsin. | Then you could live in your ancestral home again. No. |
- ...benimle yaşayabilirsin. | - You can come live with me. |
- Ama ben olmadan yaşayabilirsin . | - but I know you can live without me. |
- Anne, nasıl böyle yaşayabilirsin ? | - mom,how can you live like this? |
- Ayaksız ya da kolsuz yaşayabilirsin. | - You can live without a leg or arm. |
Bay Jensen, şizofreni hastaları da normal bir hayat yaşayabilir. | Mr. Jensen, schizophrenics can live normal lives. |
Biri sadece yakın arkadaşlarıyla uyum içinde olursa ve aldıkları kararlara saygı gösterirse huzur içinde yaşayabilir. | One lives in peace... when one is in harmony with one's close friends, when one respects an agreement. |
Bu bitki sonsuza kadar yaşayabilir. | It lives forever. |
Bu esnada daimi oturma izni olan I-130 için başvururken Chicago'da yaşayan en yakın akrabası Ernesto Amcası'nın yanında yaşayabilir. | And since her closest relative, her Uncle Ernesto, lives here in Chicago, she could live with him while she applies for the I-130 for permanent residence. |
Böylece insanlar, bu piçler ailelerimizin içine uyuşturucu sokmadan hayatlarını yaşayabilir. | So the people round here can live their lives without worrying about the bastards pushing drugs at our families. |
O zaman yaşayabileceğim, hücre yapınızdan kromozom dizilişinize kadar aynı. | Then I will live as one, even to the structure of your cells, the arrangement of chromosomes. |
Sensiz bu kadar zaman nasıl yaşayabildim ben? | How could I have lived so long without you? |